بَاب
تَشْمِيتِ
الْعَاطِسِ
فِي
الصَّلَاةِ
166-167. Aksıran
Kimseye Namazda "Yerhamukellah" Demek
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
يَحْيَى ح و
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
إِسْمَعِيلُ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ
الْمَعْنَى عَنْ
حَجَّاجٍ
الصَّوَّافِ
حَدَّثَنِي
يَحْيَى بْنُ
أَبِي
كَثِيرٍ عَنْ
هِلَالِ بْنِ أَبِي
مَيْمُونَةَ
عَنْ عَطَاءِ
بْنِ يَسَارٍ
عَنْ
مُعَاوِيَةَ
بْنِ
الْحَكَمِ
السُّلَمِيِّ
قَالَ
صَلَّيْتُ
مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَعَطَسَ
رَجُلٌ مِنْ
الْقَوْمِ
فَقُلْتُ
يَرْحَمُكَ
اللَّهُ
فَرَمَانِي
الْقَوْمُ
بِأَبْصَارِهِمْ
فَقُلْتُ
وَاثُكْلَ
أُمِّيَاهُ
مَا شَأْنُكُمْ
تَنْظُرُونَ
إِلَيَّ
فَجَعَلُوا يَضْرِبُونَ
بِأَيْدِيهِمْ
عَلَى أَفْخَاذِهِمْ
فَعَرَفْتُ
أَنَّهُمْ
يُصَمِّتُونِي
فَقَالَ
عُثْمَانُ فَلَمَّا
رَأَيْتُهُمْ
يُسَكِّتُونِي
لَكِنِّي
سَكَتُّ
قَالَ
فَلَمَّا
صَلَّى رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
بِأَبِي
وَأُمِّي مَا
ضَرَبَنِي وَلَا
كَهَرَنِي
وَلَا
سَبَّنِي
ثُمَّ قَالَ إِنَّ
هَذِهِ الصَّلَاةَ
لَا يَحِلُّ
فِيهَا
شَيْءٌ مِنْ
كَلَامِ
النَّاسِ
هَذَا
إِنَّمَا
هُوَ التَّسْبِيحُ
وَالتَّكْبِيرُ
وَقِرَاءَةُ
الْقُرْآنِ
أَوْ كَمَا
قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قُلْتُ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
إِنَّا
قَوْمٌ
حَدِيثُ عَهْدٍ
بِجَاهِلِيَّةٍ
وَقَدْ
جَاءَنَا
اللَّهُ
بِالْإِسْلَامِ
وَمِنَّا
رِجَالٌ
يَأْتُونَ
الْكُهَّانَ
قَالَ فَلَا
تَأْتِهِمْ
قَالَ قُلْتُ
وَمِنَّا
رِجَالٌ
يَتَطَيَّرُونَ
قَالَ ذَاكَ
شَيْءٌ
يَجِدُونَهُ
فِي
صُدُورِهِمْ
فَلَا
يَصُدُّهُمْ
قُلْتُ
وَمِنَّا رِجَالٌ
يَخُطُّونَ
قَالَ كَانَ
نَبِيٌّ مِنْ
الْأَنْبِيَاءِ
يَخُطُّ
فَمَنْ
وَافَقَ
خَطَّهُ
فَذَاكَ قَالَ
قُلْتُ
جَارِيَةٌ
لِي كَانَتْ
تَرْعَى غُنَيْمَاتٍ
قِبَلَ
أُحُدٍ
وَالْجَوَّانِيَّةِ
إِذْ
اطَّلَعْتُ
عَلَيْهَا
اطِّلَاعَةً
فَإِذَا
الذِّئْبُ
قَدْ ذَهَبَ
بِشَاةٍ
مِنْهَا
وَأَنَا مِنْ
بَنِي آدَمَ
آسَفُ كَمَا
يَأْسَفُونَ لَكِنِّي
صَكَكْتُهَا
صَكَّةً
فَعَظُمَ ذَاكَ
عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقُلْتُ
أَفَلَا أُعْتِقُهَا
قَالَ
ائْتِنِي
بِهَا قَالَ
فَجِئْتُهُ
بِهَا
فَقَالَ
أَيْنَ
اللَّهُ قَالَتْ
فِي السَّمَاءِ
قَالَ مَنْ
أَنَا
قَالَتْ
أَنْتَ رَسُولُ
اللَّهِ
قَالَ
أَعْتِقْهَا
فَإِنَّهَا مُؤْمِنَةٌ
Muaviye b.
el-Hakemi's-Sülemî'den; demiştir ki: Resulüllah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'le birlikte namaza durmuştum. Cemaatten birisi aksırdı. Ben de, "Yerhamukellahu"
(Allah sana rahmet etsin)" dedim. Bunun üzerine cemaat bana dik dik
bakmaya başladı. Ben de; vay başıma gelenler, size ne oluyor ki bana böyle
bakıyorsunuz? dedim. (Muaviye) dedi ki: Bunun üzerine ellerini uyluklarına
vurmaya başladılar. Ben de hemen bunların beni susturmak istediklerini anladım.
(Bu hadisin râvilerinden) Osman (b. Ebî Şeybe, hadisin geri kalan kısmını
şöyle) nakletti: Ve ben de sustum. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
namazı bitirince: Annem babam ona feda olsun beni ne dövdü ne azarladı ne de
bana sövdü. Bir süre sonra dedi ki: "Şu namaz (var ya) onun içinde böyle
insan sözünden her hangi birşeyi konuşmak caiz değildir. O namaz sadece tesbih,
tekbir ve Kuran okumaktan ibarettir." Yahutta Resûlullah (s.a.v.)'in
buyurduğu gibidir. Ben: Yâ Resülallah, biz cahiliyetten yeni kurtulmuş bir
topluluğuz. Gerçi Allah İslâmı getirdi. Ama bizden öyle kimseler var kî hâlâ
kâhinlere gidiyorlar dedim. (Bunun üzerine:) "Sen gitme" buyurdu.
Bizden bazı kimseler de
tetayyur ediyorlar, dedim.
“Bu onların içlerinden
gelen birşeydir. Ama sakın onları yoldan çıkarmasın" buyurdu, ben: Bizden
bazı kimseler de çizgi çiziyorlar, dedim.
"Nebilerden biri
çizgi çizerdi. Her kimin çizgisi (onun çizgisine) uygun düşerse, isabet etmiş olur,
buyurdu. (Muâviye) dedi ki: Benim bir cariyem vardı, dedim. Uhud ve Cevâniyye
taraflarında kuzuları güderdi. Bir (gün) çıkıp yanına vardım. Bir de ne
göreyim bir kurt kuzulardan birini alıp götürmüş. Ben de ademoğullarından bir
adamım. Onlar gibi ben de üzülürüm. Lâkin cariyeye öyle bir tokat vurdum ki...
Resûlullah (s.a.v.) bunu bana çok gördü. Ben: Yâ Resûlallah (o halde) cariyeyi
azad edeyim mi? dedim.
"Sen onu bana
getir" buyurdu. Hemen onu (alıp) getirdim. Peygamber (s.a.v.) ona: “Allah
nerededir?" diye sordu. (Câriye): -Göktedir, dedi. (Resûl-i Ekrem
(s.a.v.): "- Ben kimim?" dedi. Câriye: Sen Allah'ın Nebisisin,
cevabını verdi. (Resûl-i Ekrem (s.a.v.): "- Onu âzâd et, çünkü mu'min bir
kadındır" buyurdu.
Diğer tahric: Müslim,
mesâcid; Nesâi, sehv; Ebû Dâvûd, eymân; Dârimî, nuzur; Muvattâ, itki; Ahmed b.
Hanbel, II, 291; III, 452; IV, 222, 388, 389; V, 447, 449.
AÇIKLAMA:
Muaviye r.a.'in namazda
konuşması üzerine ashab-ı kiramın uyluklarına vurmak suretiyle onu susturmaya
çalışmaları bu hususta teşbihte bulunmak meşru olmazdan önceye hamîolunmuştur.
Hadiste geçen cümlesinin cevâbı mahfuzdur ve diye takdir olunur. Cümle de
ancak bu suretle düzelmiş yani, "onların beni susturmak istediğini
görünce ben de kızdım" şekline girmiş olur.
Görülüyor ki, namazdan^sonra
Nebi (s.a.v.) Hz. Muaviye'ye kendisine hâs olan terbiye ve nezâketi ile
nasihatta bulunmuş, namazda konuşmanın namazı bozacağını bildirmiştir.
Resûlullah (s..a.)'in bu görülmedik terbiye ve nezaketine hayran kalan Muâviye,
kendisinin yeni müslüman olduğundan bahsederek özür dilemiş, bu meyanda kavm-ü
kabilesi arasında hâlâ kâhinlere inananlar, kuşların uçuşunu uğursuzluğa
yoranlar ve çizgilerle remilcilik yapanlar bulunduğunu arz etmiştir. Fahr-i
Kâinat (s.a.v.) Efendimiz ona, kâhinlere gitmemesini tenbih buyurmuştur.
Kehânet Ve Gaibden
Haber Vermek
Kâhin: Kendi zannına
göre ileride olacak şeyleri haber veren ve esrarı bildiğini iddia eden
kimsedir. Bir de arrâf vardır. Bunun kâhinden farkı, marifetinin çalınan,
kaybolan şeylere mahsus olmasıdır. Cahiliyet devrinde arab-lar arasında bir çok
kâhinler bulunurdu. Bunların bir takımı cinlerle münâsebeti bulunduğunu ve
gaibe âit haberleri onlardan aldıklarını iddia ederlerdi. Bazıları ise, bu
hususu cinlerden değil, kendisine mahsus bir zekâ ve firâsetle bildiklerini
iddia ederlerdi. Müneccimlere kâhin diyenler de bulunurdu. Zâten müneccim
kâhinin bir nev'idir. O da yıldızlara bakarak ileride ne olacağını istidlal
eder. İslâmiyette bu gibi şeyleri yapmak ve yapanlara inanmak haram
kılınmıştır, Ulema bunun sebebini şöyle izah ederler: "Çünkü bu adamlar
gaib hakkında söz ederler, olur da söylediklerinden bazısı hakikat çıkarsa
birçok insanların fitneye düçâr olmasına ve itikadlarmın bozulmasına sebebiyet
verirler."
Kâhinlere müracaat ve
söylediklerini tasdikten nehyeden ve kâhinlere verilen ücretin haram olduğunu
bildiren birçok sahih hadisler vardır. Bu hususta icmâ bulunduğunu birçok
ulemâ rivayet etmişlerdir. Beğavî (214-310): "Kâhine verilen ücretin haram
olduğunda bütün ulemâ müttefiktir. Çünkü kehânet bâtıl bir iştir. Onun
karşılığında ücret almak caiz olmaz" demiştir. Müneccim ve arrâf gibilere
ücret vermek dahi haramdır. Çünkü onların fiilleri de bâtıldır. Resûlullah
(s.a.v.) bu babta:
"Her kim bir kâhine
gider de söylediklerini tasdik ederse o kimse Allah'ın, Muhammed (s.a.v.)'e
indirdiği şeylerden beridir" buyurmuştur.
Tetayyur: Kuşlarla
teş'ümde bulunmak, şu tarafa doğru uçarsa, bu işte hayır var, aksi istikâmete
giderse, hayır yok diye i'tikad etmektir. Hz. Muâviye'nin: "Aramızda
tatayyur yapan kimseler de var" demesi üzerine Resû-lullah (s.a.v.):
"Bu onların
içinden gelen bir şeydir. Ama sakın onları yoldan çıkarmasın!.."
buyurmuştur. Ulemâ bu cümleye şöyle mânâ vermişlerdir: "Teşe'üm denilen
şey, sizin içinizden doğar, uğraşıp iktisab ettiğiniz bir şey olmadığı için
bundan dolayı size bir mes'uliyet yoktur. Lâkin onun sebebi ile işlerinize
bakmaktan geri kalmayın! Sizin yapabileceğiniz işte budur ve bununla
mükellefsiniz."
Filhakika "tetayyur"
ve "tiyara" denilen teşe'ümlerle amel etmekten men'eden birçok sahih
hadisler vârid olmuştur. Bunlardan murad, hatırdan gelib geçmeler değil,
muktezai ile ameldir. Yani hatırdan gelip geçen teşe'ümün hükmü yoktur. Fakat o
teşe'ümün muktezası ile amel etmek memnudur.
Hadiste bahsedilen
'çizgi çizmek"ten murad, falın bir nevi olan remildir. Onunla meşgul olan
Nebi rivayete göre İdris (a.s.)dir. Danyal (a.s.) olduğunu söyleyenler de
vardır. Remil ona verilen bir mu'tize idi.
"Nebilerden biri
çizgi çizerdi. Her kim onun çizgisine uygun düşürürse, isabet etmiş olur"
ibaresinin mânâsı hususunda da ulemâ ihtilaf etmişlerdir. Sahih olan kavle
göre bu ibarenin mânâsı şudur:
"Kimin çizgisi o
Nebiin çizgisine muvafık düşerse o çizgiyi çizmek mubahtır. Lâkin muvafık
düşüp düşmediğini yüzde yüz bilmeye bizim için yol yoktur. Binaenaleyh
remilcilik, bize mubah değil, haramdır."
Resûlullah (s.a.v.)'in
doğrudan doğruya "RemMcilik haramdır" demeyip "kimin çizgisi o
Nebiin çizgisine muvafık düşerse o çizgiyi çizmek mubahtır" buyurması,
remille meşgul olan Nebiin de bu nehye dahil olduğu anlaşılmasın diyedir. Çünkü
onun hakkında remi memnu' değildi. Bizim şeriatimizde neshedilmiştir.
Hâsılı remilciliğin
dahi memnu olduğunda bütün ulemâ ittifak etmişlerdir.
Câriye meselesine
gelince, görülüyor ki; Resûlullah (s.a.v.) cariyeye:
"Allah
nerededir?" diye sormuş. Câriye "göktedir" cevâbını vermiş;
"Ben kimim?" sualine de, "Sen Resûlullahsın" mukabelesinde
bulunmuştur. Hadisin bu kısmı imanın sıfatına aittir. Bu hususta ulemânın iki
mezhebi vardır:
1. Allah'a iman, onun
sıfatlarının nasıl olduğunu düşünmeden, benzeri bulunmadığına ve mahlûkât
alâmetinden münezzeh olduğuna inanmaktır.
2. Allah'ın sıfatları
kendine lâyık olduğu şekilde tek'vil edilir.Buna kail olanlara göre Resûlullah
(s.a.v.)'in cariyeye sorduğu suallerden murad, cariyeyi imtihan etmek ve bir
Allah'a inanıp inanmadığını anlamaktır. Câriye "Allah göktedir"
deyince, Nebi Efendimiz onun bir Allah'a inandığını anlamıştır. Bu sözden o
cariyenin müslüman olduğu anlaşılmıştır. Gerçi sözün zahiri Allah'a cihet ve
mekân ispatını gösteriyorsa da te'vil edilerek, "Semâ duanın kıblesidir.
Nitekim Kabe de namaz kılanın kıblesidir. Binaenaleyh câriye bu sözle Allah'a
cihet ve mekân isbatını kast etmemiş, duaların kıblesini kast etmiştir. Onun
için de Resûlullah (s.a.v.) bu sözüyle onun müslüman olduğunu kabul
etmiştir" denilir. Bu cariyenin "Allah göktedir" sözüyle
Allah'ın kuvvet ve kudretinin makam ve şanının yüceliğini, müşriklerin
tapındığı putlar gibi yerlerde ve insanların arasında ayaklar altında bulunamayacağını
kast etmiş olması, Resûl-i Ekrem'in de cariyenin bu maksadını anladığı için
onun mü'min bir kadın olduğuna hükmettiği de düşünülebilir. Bezlu'l-mechûd V,
219; Davudoğlu, Sahili-i Müslim Tercümesi ve Şerhi, III, 390 - 392.